Neşe Aytugan GÜL
Köşe Yazarı
Neşe Aytugan GÜL
 

Minimalist Yaşa Özgür Yaşa

Minimalist yaşam nedir?   Minimalist yaşam; insan hayatındaki maddi ve manevi unsurları, ihtiyaçlara göre sınırlayıp en aza indirgeyerek, daha fazla odaklanabilirlik, hareket serbestliği, yaşam konforu ve kalitesi kazandıran yaşam şekli anlayışıdır.   Neden minimalizm?   Özellikle son 15 yılda bilgi ve iletişim teknolojilerindeki ilerleme sebebiyle yaşamın artan hızı ile her geçen gün katlanarak artan bilgi yoğunluğu, ürün çeşitliliği ve bolluğu, değişen alışveriş ve tüketim alışkanlıklarımız, özetle değişen yaşam şeklimiz sebebiyle kaldırabileceğimizden daha fazla bilgi yoğunluğuna, kullanabileceğimizden daha fazla ürün ve tüketim seçeneğine boğulmuş durumdayız. Daha çok tüketiyor, daha çok çalışıyor, daha fazla öğrenmeye çabalıyoruz. Daha çok tüketiyoruz, sebebini bile bilmeden. Bize sunulan her şey artık daha fazla ama bu bizi daha mutlu yapmadı. Oysa ki mutlu olmak için yaşıyoruz, demek ki yanlış olan bir şeyler var. Tüm bunları yaparken ise yaşam akıp gidiyor, biz ise anı yaşıyamadan, sürekli bir şeylere yetişmeye çalışıyoruz sürekli. Ancak yaşam, yaşadığınız ana odaklanıp tadını çıkarabildiğinizde güzeldir.   Teknolojinin hayatımızı kolaylaştırması gerekmiyor muydu?   Günümüzde teknoloji, hayatımızı kolaylaştırdığından çok daha fazla bizi esir ediyor, üzerimize yeni sorumluluklar yüklüyor ve zamanımızı giderek daha fazla çalıyor. Oysa ki teknolojinin hayatımızı kolaylaştırması, bizlere zaman kazandırması gerekmiyor muydu! Ama öyle olmadı. Sahip olduklarımız bizim sahibimiz oldu. Yeni yaşam şeklimizin ortaya çıkardığı sonuç şu: İnsanlar artık kendisi için yaşayamıyor. Daha fazla çalışıyoruz, daha fazla üretiyor, daha fazla tüketiyoruz, ancak kendimizle ilgilenebilecek vaktimiz ve bu vaktin kalitesi giderek azalıyor. İnsan olarak giderek daha fazla bireyselleşiyoruz. Çünkü yakın çevremizden başkasına, hatta kendimize ayıracak zamanımız bile pek kalmadı. Birçok irili ufaklı gürültünün arasında yaşamın müziğini duymaya odaklanamıyoruz. Bu yaşam şeklini olduğu gibi kabul etmek zorunda değiliz. İşte minimalizm buraya devreye giriyor. Bu yeni çağın ortaya çıkardığı olumsuzlukları en aza indirmek veya tamamen ortadan kaldırmak adına bir takım önlemler alabiliriz. Hayatımızı, çevremizi, ilişkilerimizi ve zihinsel süreçlerimizi sadeleştirerek daha kaliteli, konforlu ve özgür bir yaşama sahip olabiliriz.   Nasıl minimalist olunur?   Şimdi gelelim işin pratikteki kısmına. Minimalist yaşayabilmek için öncelikle nesnelerin esiri olmaktan kurtulmamız gerekiyor. Paraya, hayatı idame ettirmeye yardımı olan bir araç olmaktan öte bir anlam yüklemememiz gerekiyor. Yani parayı sevmekten vazgeçmekten zorundayız. Parayı ne kadar sevdiğinizi anlamanın yolu, fiziksel dünyanın gerçekleri ile mutluluğunuz çakıştığında, mutluluğu ne kadar hızlı ve kararlı bir şekilde seçebildiğinize dikkat etmektir. Uçuk bir örnek verelim: Kardeşinizden vazgeçmeniz için ne kadar para istersiniz? Hızlı bir şekilde ve gerçekten kalpten, “kardeşim hiç bir paraya değişilmez" diyorsanız parayla işiniz yok demektir. Eğer hımm, eğer ona kalacak tüm mirası ben alacaksam fena olmaz diye düşünüyor veya küçük de olsa bir duraklama yaşıyorsanız henüz paranın etkisinden kurtulabilmiş değilsiniz demektir. (Tabi çok nadirde olsa kardeşine kalacak mirasın hepsine el koymak için türlü entrikalar yapanların hayata bakış açısını tahmin edersiniz.. Allah hepimizi bu insanlardan korusun demeden geçemeyeceğim. ) Minimalist olabilmek için para ile ilgili algınızın tamamen değimesi şart. Aynı şekilde nesnelere sahip olmak da hayatın bir gerekliliği olmaktan çıkmalı. Nesnelere aşırı şekilde bağlılık, o nesnenin kaybı sonucunda ciddi üzüntülere yol açabiliyor. İşte sizin kurtulmanız gereken zihinsel durum tam olarak bu. Oysa ki tüm bu zihin yapısını terkedip, en önemli olan şeyin maddeler değil, bizler olduğunun farkına varırsak, o zaman maddelerin gelip geçici olduğunu, kayıplarının telafi edilebilir olduğunu anlarız ve maddelerin bizi üzmesine izin vermeyiz. İsviçre Sigorta’nın bir reklamında dediği gibi;   “Arabanız mahvolmuş olabilir, ama gününüzün mahvolması gerekmez.."   Gelelim en ağır yükü taşıyan dolaplarımıza, kamburlaşan askılarımıza...   (Dönemimizde erkeklerin kadınlardan pek geri kalır tarafı olmadığından, kesinlikle kadın-erkek ayrımı yapmayacağım.)   Hadi hep birlikte bir beyin fırtınası yapalım mı? Size bir soru sorayım?? Koca bir yazı arkamızda bıraktık. Bütün yaz ne giydiniz? Ben dürüstçe söylüyorum. (Burada eşimin eline ciddi bir koz vermiş olsamda açıklıyorum!!! Tabi bu arada önümüzdeki kışıda riske atmış bulunuyorum. Hele bir kargo gelsin ne dilinden ve nede imalı bakışlarından kurtulamam artık.) 1. 6 x bikini ve uygun kimonolar, 2. 3 x elbise, 3. 2 x etek (birini 1 kez), 4. 2 x şort, 5. 3 x t-shirt, 6. Antrenman için 2 x şort, 2 x body, 2 x atlet, 7. Onlarca ayakkabı içinde 5 x çeşit, 8. Onlarca çanta içinden 6 x çeşit, 2 tanesi plaj çantası, 9. 2 x plaj terliği... Eh birde 5-6 pijama var ve yazı bunlarla bitirmiş bulunuyorum... Yani dolabın belkide tek tarafını bile zor dolduracak kadar eşya ile 3 ay gelip geçti... "Çalışmadığım için olabilir mi? Çalışsaydım ne kadar fark yaratırdı?" diye kendi kendime sordum ve aldığım cevapsa "Bunun ancak 2 ya da maksimum 3 katı olurdu herhalde" oldu. "Bunu mu giysem? Yok bunu giyeyim. Yok yok bunu giyeyim..." diyerek bütün kıyafet ve elbiseleri tek tek elden geçirdikten sonra takıntılı bir şekilde tekrar tekrar giydiklerimi yine tekrar giyerek oldukça mutlu bir şekilde ve oldukça da sık sık dışarıya çıktım..   Nereden başlayabilirim? diye soracak olursanız buyrun size bir liste...   1. Eski kablolar (teknoloji ilerliyor ve uzun süredir çekmecelerde bekleyen kablolar artık kullanılamayacak kadar demode) 2. Geçen yıl aldığımız güneş kremi, uzun süredir bekleyen parfüm ve kremler 3. Eski dergiler, gazete, kartpostal ve kullanım kılavuzları 4. Tek eşli çoraplar 5. Eskimiş iç çamaşırlar, yılların t-shirtleri, elbise, etek, şort ve pantolonları, yıpranmış pijamalar 6. Uzun zamandır dolapta bekleyen baharatlar 7. Fazla bardaklar 8. Kullanılmayan ajanda, günlükler 9. Mumluk ve hediyelik eşyalar 10. Buzdolabında unutulan soslar 11. Yıpranmış veya rahatsız eden ayakkabılar,  terlikler 12. Kırık tabaklar 13. Tatil dönüşü otellerden alınmış banyo ürünleri 14. Dolaplar dolusu atmaya kıyamadığımız plastik poşetler 15. Oynamadığınız eski masa oyunları 16. Kaset ve DVD'ler 17. Sadece 1 kez giyilmiş resmi kıyafetler...   Oturup düşünmemizi sağlayacak (ben okuduğumda ciddi ciddi düşündüm ve benden sonrasını gözümün önünde canlandırdım) bir alıntı ile yazımın sonuna gelelim...   ÖLMÜŞ EV!· 3 adet ölmüş ev gördüm… Bu sebeple evimdeki lüzumsuz her şeyi vaktiyle dağıtmanın yoluna bakıyorum… Sizin için değerli olan şeylerin başkaları için son derece değersiz olabileceğini bu sayede öğrendim. Vaktiyle dağıtın yoksa geride bıraktıklarınıza çok yük oluyorlar… Siz hiç ölmüş bir evde kaldınız mı?Tabaklarının dolaplarında öldüğü, en güzel fincanlarının, gümüş tepsilerinin, kristal bardaklarının raflarında can verdiği bir evde? Bir ev, içinde yaşayan öldüğü anda ölmez, evin ölümü daha uzun sürer, onun ölümü illa ki daha yavaş ve daha acılıdır. Açılmaya başlanan çekmeceler ve içindekiler ölür önce… Gümüş çatal bıçak takımları ve kutu kutu dantel sehpa örtüleri, rahibe işi masa örtüleri ölür… Hiç kullanılmamış olsa bile o çekmecelerde o kutularda yaşayan örtüler, evin sahibi öldükten sonraki “göz atılmalar” sırasında , büyük bir acıyla ölürler… Çekmecesiyle birlikte ölürler; çekmecenin ferforje kulbu, topuzlu anahtarı, üzerindeki camlı büfesi, bir iki “bakılmadan sonra” ölür… Sonra yerdeki hereke’ler bünyan’lar vardır sırada… Yıllarca üzerinde gezen sahibinin pazar işi terlik topukları delmez de, ondan sonra gelenlerin “acaba ne yapsak bunları” bakışları, kurşuna dizmiş misali deler, öldürür onları… Masalar ölür “ah nasıl taşıyacağız bunları” laflarını duyunca, biblolar ölür “kime vereceğiz bunları” sözleri üzerlerinde uçuşunca… Onca yıl yaşanan evdeki ayna sırları düşmüştür, kenarı kırılmıştır, çerçevesi solmuştur ölmemiştir ama, şimdi yabancısı baktığı gibi ona, oracıkta ölmüştür… Yatak bazası altındaki hurçta misafir takımları, banyodaki hasır kutuda lavanta keseleri; yıllardır el değmemiştir, ölmemişlerdir de, ne yapacağız bunları diye değen ilk el, öldürür onları… Bakılmayan fotoğraflar, bakılmadıkları yerlerde yaşarlar; nereye koyacağız şimdi bunları diye bakan ilk kişinin ellerinde ölürler… Tüm eşyalar iç geçirirler son nefeslerinde “en azından o gün, elbiselerle biz de gitseydik, acı çekmeden ölüp bitseydik” diye… Aynadaki sır değildir ki bu, herkes bilir; evin ruhu şimdi, tuvalet dolabındaki tuz ruhu olsa, daha değerlidir… Siz hiç ölmüş bir evde kaldınız mı?.. Kalmayınız… Ölmezsiniz ama, ağır yaralanırsınız… (Alıntı)   Biz gidince bize ait her şey bizimle birlikte başkalarının ellerinde, gözünde zaten ölüyor... Öncesinde, henüz yaşarken en azıyla yetinip, ne kendimize yük yapalım, ne de bizden sonrakilere yük olsunlar. Her bir eşya bir sorumluluktur ve omuzlarımız bu sorumluluğun yükünü taşır. Bırakın omuzlarınız hiç kullanmadığınız, hatta kullanmayacağız eşyaların yüklerini de taşımasın. Zaten yeterince sorumluluk var hepimizin omuzlarında değil mi? Rahatlasın odalarımız. Rahatlasın dolaplarımız. Baktığımızda hemen alıp giyebileceğimiz ferahlıkta olsun askılarımız...   Herkese ferah bir ortam ve kuş kadar hafiflemiş omuzlar temenni ediyor, güzel bir hafta sonu ve hayırlı cumalar diliyorum...   Sevgiyle kalın...
Ekleme Tarihi: 24 Eylül 2021 - Cuma

Minimalist Yaşa Özgür Yaşa

Minimalist yaşam nedir?

 

Minimalist yaşam; insan hayatındaki maddi ve manevi unsurları, ihtiyaçlara göre sınırlayıp en aza indirgeyerek, daha fazla odaklanabilirlik, hareket serbestliği, yaşam konforu ve kalitesi kazandıran yaşam şekli anlayışıdır.

 

Neden minimalizm?

 

Özellikle son 15 yılda bilgi ve iletişim teknolojilerindeki ilerleme sebebiyle yaşamın artan hızı ile her geçen gün katlanarak artan bilgi yoğunluğu, ürün çeşitliliği ve bolluğu, değişen alışveriş ve tüketim alışkanlıklarımız, özetle değişen yaşam şeklimiz sebebiyle kaldırabileceğimizden daha fazla bilgi yoğunluğuna, kullanabileceğimizden daha fazla ürün ve tüketim seçeneğine boğulmuş durumdayız.

Daha çok tüketiyor, daha çok çalışıyor, daha fazla öğrenmeye çabalıyoruz. Daha çok tüketiyoruz, sebebini bile bilmeden. Bize sunulan her şey artık daha fazla ama bu bizi daha mutlu yapmadı. Oysa ki mutlu olmak için yaşıyoruz, demek ki yanlış olan bir şeyler var. Tüm bunları yaparken ise yaşam akıp gidiyor, biz ise anı yaşıyamadan, sürekli bir şeylere yetişmeye çalışıyoruz sürekli. Ancak yaşam, yaşadığınız ana odaklanıp tadını çıkarabildiğinizde güzeldir.

 

Teknolojinin hayatımızı kolaylaştırması gerekmiyor muydu?

 

Günümüzde teknoloji, hayatımızı kolaylaştırdığından çok daha fazla bizi esir ediyor, üzerimize yeni sorumluluklar yüklüyor ve zamanımızı giderek daha fazla çalıyor. Oysa ki teknolojinin hayatımızı kolaylaştırması, bizlere zaman kazandırması gerekmiyor muydu! Ama öyle olmadı. Sahip olduklarımız bizim sahibimiz oldu.

Yeni yaşam şeklimizin ortaya çıkardığı sonuç şu: İnsanlar artık kendisi için yaşayamıyor. Daha fazla çalışıyoruz, daha fazla üretiyor, daha fazla tüketiyoruz, ancak kendimizle ilgilenebilecek vaktimiz ve bu vaktin kalitesi giderek azalıyor. İnsan olarak giderek daha fazla bireyselleşiyoruz. Çünkü yakın çevremizden başkasına, hatta kendimize ayıracak zamanımız bile pek kalmadı. Birçok irili ufaklı gürültünün arasında yaşamın müziğini duymaya odaklanamıyoruz.

Bu yaşam şeklini olduğu gibi kabul etmek zorunda değiliz. İşte minimalizm buraya devreye giriyor. Bu yeni çağın ortaya çıkardığı olumsuzlukları en aza indirmek veya tamamen ortadan kaldırmak adına bir takım önlemler alabiliriz. Hayatımızı, çevremizi, ilişkilerimizi ve zihinsel süreçlerimizi sadeleştirerek daha kaliteli, konforlu ve özgür bir yaşama sahip olabiliriz.

 

Nasıl minimalist olunur?

 

Şimdi gelelim işin pratikteki kısmına. Minimalist yaşayabilmek için öncelikle nesnelerin esiri olmaktan kurtulmamız gerekiyor. Paraya, hayatı idame ettirmeye yardımı olan bir araç olmaktan öte bir anlam yüklemememiz gerekiyor. Yani parayı sevmekten vazgeçmekten zorundayız. Parayı ne kadar sevdiğinizi anlamanın yolu, fiziksel dünyanın gerçekleri ile mutluluğunuz çakıştığında, mutluluğu ne kadar hızlı ve kararlı bir şekilde seçebildiğinize dikkat etmektir. Uçuk bir örnek verelim: Kardeşinizden vazgeçmeniz için ne kadar para istersiniz? Hızlı bir şekilde ve gerçekten kalpten, “kardeşim hiç bir paraya değişilmez" diyorsanız parayla işiniz yok demektir. Eğer hımm, eğer ona kalacak tüm mirası ben alacaksam fena olmaz diye düşünüyor veya küçük de olsa bir duraklama yaşıyorsanız henüz paranın etkisinden kurtulabilmiş değilsiniz demektir. (Tabi çok nadirde olsa kardeşine kalacak mirasın hepsine el koymak için türlü entrikalar yapanların hayata bakış açısını tahmin edersiniz.. Allah hepimizi bu insanlardan korusun demeden geçemeyeceğim. ) Minimalist olabilmek için para ile ilgili algınızın tamamen değimesi şart.

Aynı şekilde nesnelere sahip olmak da hayatın bir gerekliliği olmaktan çıkmalı. Nesnelere aşırı şekilde bağlılık, o nesnenin kaybı sonucunda ciddi üzüntülere yol açabiliyor. İşte sizin kurtulmanız gereken zihinsel durum tam olarak bu. Oysa ki tüm bu zihin yapısını terkedip, en önemli olan şeyin maddeler değil, bizler olduğunun farkına varırsak, o zaman maddelerin gelip geçici olduğunu, kayıplarının telafi edilebilir olduğunu anlarız ve maddelerin bizi üzmesine izin vermeyiz. İsviçre Sigorta’nın bir reklamında dediği gibi;

 

“Arabanız mahvolmuş olabilir, ama gününüzün mahvolması gerekmez.."

 

Gelelim en ağır yükü taşıyan dolaplarımıza, kamburlaşan askılarımıza...

 

(Dönemimizde erkeklerin kadınlardan pek geri kalır tarafı olmadığından, kesinlikle kadın-erkek ayrımı yapmayacağım.)

 

Hadi hep birlikte bir beyin fırtınası yapalım mı? Size bir soru sorayım?? Koca bir yazı arkamızda bıraktık. Bütün yaz ne giydiniz? Ben dürüstçe söylüyorum.

(Burada eşimin eline ciddi bir koz vermiş olsamda açıklıyorum!!! Tabi bu arada önümüzdeki kışıda riske atmış bulunuyorum. Hele bir kargo gelsin ne dilinden ve nede imalı bakışlarından kurtulamam artık.)

1. 6 x bikini ve uygun kimonolar,

2. 3 x elbise,

3. 2 x etek (birini 1 kez),

4. 2 x şort,

5. 3 x t-shirt,

6. Antrenman için 2 x şort, 2 x body, 2 x atlet,

7. Onlarca ayakkabı içinde 5 x çeşit,

8. Onlarca çanta içinden 6 x çeşit, 2 tanesi plaj çantası,

9. 2 x plaj terliği...

Eh birde 5-6 pijama var ve yazı bunlarla bitirmiş bulunuyorum...

Yani dolabın belkide tek tarafını bile zor dolduracak kadar eşya ile 3 ay gelip geçti...

"Çalışmadığım için olabilir mi? Çalışsaydım ne kadar fark yaratırdı?" diye kendi kendime sordum ve aldığım cevapsa "Bunun ancak 2 ya da maksimum 3 katı olurdu herhalde" oldu. "Bunu mu giysem? Yok bunu giyeyim. Yok yok bunu giyeyim..." diyerek bütün kıyafet ve elbiseleri tek tek elden geçirdikten sonra takıntılı bir şekilde tekrar tekrar giydiklerimi yine tekrar giyerek oldukça mutlu bir şekilde ve oldukça da sık sık dışarıya çıktım..

 

Nereden başlayabilirim? diye soracak olursanız buyrun size bir liste...

 

1. Eski kablolar (teknoloji ilerliyor ve uzun süredir çekmecelerde bekleyen kablolar artık kullanılamayacak kadar demode)

2. Geçen yıl aldığımız güneş kremi, uzun süredir bekleyen parfüm ve kremler

3. Eski dergiler, gazete, kartpostal ve kullanım kılavuzları

4. Tek eşli çoraplar

5. Eskimiş iç çamaşırlar, yılların t-shirtleri, elbise, etek, şort ve pantolonları, yıpranmış pijamalar

6. Uzun zamandır dolapta bekleyen baharatlar

7. Fazla bardaklar

8. Kullanılmayan ajanda, günlükler

9. Mumluk ve hediyelik eşyalar

10. Buzdolabında unutulan soslar

11. Yıpranmış veya rahatsız eden ayakkabılar,  terlikler

12. Kırık tabaklar

13. Tatil dönüşü otellerden alınmış banyo ürünleri

14. Dolaplar dolusu atmaya kıyamadığımız plastik poşetler

15. Oynamadığınız eski masa oyunları

16. Kaset ve DVD'ler

17. Sadece 1 kez giyilmiş resmi kıyafetler...

 

Oturup düşünmemizi sağlayacak (ben okuduğumda ciddi ciddi düşündüm ve benden sonrasını gözümün önünde canlandırdım) bir alıntı ile yazımın sonuna gelelim...

 

ÖLMÜŞ EV!·

3 adet ölmüş ev gördüm… Bu sebeple evimdeki lüzumsuz her şeyi vaktiyle dağıtmanın yoluna bakıyorum…

Sizin için değerli olan şeylerin başkaları için son derece değersiz olabileceğini bu sayede öğrendim. Vaktiyle dağıtın yoksa geride bıraktıklarınıza çok yük oluyorlar…

Siz hiç ölmüş bir evde kaldınız mı?Tabaklarının dolaplarında öldüğü, en güzel fincanlarının, gümüş tepsilerinin, kristal bardaklarının raflarında can verdiği bir evde?

Bir ev, içinde yaşayan öldüğü anda ölmez, evin ölümü daha uzun sürer, onun ölümü illa ki daha yavaş ve daha acılıdır.

Açılmaya başlanan çekmeceler ve içindekiler ölür önce…

Gümüş çatal bıçak takımları ve kutu kutu dantel sehpa örtüleri, rahibe işi masa örtüleri ölür…

Hiç kullanılmamış olsa bile o çekmecelerde o kutularda yaşayan örtüler, evin sahibi öldükten sonraki “göz atılmalar” sırasında , büyük bir acıyla ölürler…

Çekmecesiyle birlikte ölürler; çekmecenin ferforje kulbu, topuzlu anahtarı, üzerindeki camlı büfesi, bir iki “bakılmadan sonra” ölür…

Sonra yerdeki hereke’ler bünyan’lar vardır sırada… Yıllarca üzerinde gezen sahibinin pazar işi terlik topukları delmez de, ondan sonra gelenlerin “acaba ne yapsak bunları” bakışları, kurşuna dizmiş misali deler, öldürür onları…

Masalar ölür “ah nasıl taşıyacağız bunları” laflarını duyunca, biblolar ölür “kime vereceğiz bunları” sözleri üzerlerinde uçuşunca…

Onca yıl yaşanan evdeki ayna sırları düşmüştür, kenarı kırılmıştır, çerçevesi solmuştur ölmemiştir ama, şimdi yabancısı baktığı gibi ona, oracıkta ölmüştür…

Yatak bazası altındaki hurçta misafir takımları, banyodaki hasır kutuda lavanta keseleri; yıllardır el değmemiştir, ölmemişlerdir de, ne yapacağız bunları diye değen ilk el, öldürür onları…

Bakılmayan fotoğraflar, bakılmadıkları yerlerde yaşarlar; nereye koyacağız şimdi bunları diye bakan ilk kişinin ellerinde ölürler…

Tüm eşyalar iç geçirirler son nefeslerinde “en azından o gün, elbiselerle biz de gitseydik, acı çekmeden ölüp bitseydik” diye…

Aynadaki sır değildir ki bu, herkes bilir; evin ruhu şimdi, tuvalet dolabındaki tuz ruhu olsa, daha değerlidir…

Siz hiç ölmüş bir evde kaldınız mı?..

Kalmayınız…

Ölmezsiniz ama, ağır yaralanırsınız… (Alıntı)

 

Biz gidince bize ait her şey bizimle birlikte başkalarının ellerinde, gözünde zaten ölüyor... Öncesinde, henüz yaşarken en azıyla yetinip, ne kendimize yük yapalım, ne de bizden sonrakilere yük olsunlar. Her bir eşya bir sorumluluktur ve omuzlarımız bu sorumluluğun yükünü taşır. Bırakın omuzlarınız hiç kullanmadığınız, hatta kullanmayacağız eşyaların yüklerini de taşımasın. Zaten yeterince sorumluluk var hepimizin omuzlarında değil mi? Rahatlasın odalarımız. Rahatlasın dolaplarımız. Baktığımızda hemen alıp giyebileceğimiz ferahlıkta olsun askılarımız...

 

Herkese ferah bir ortam ve kuş kadar hafiflemiş omuzlar temenni ediyor, güzel bir hafta sonu ve hayırlı cumalar diliyorum...

 

Sevgiyle kalın...

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve antalyahabertakip.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.